A'raf Suresi, 26 - 34. ayetlerin tefsiri, Takva Elbisesi


26- } يَا بَنِي آدَمَ قَدْ أَنزَلْنَا عَلَيْكُمْ لِبَاسًا يُوَارِي سَوْءَاتِكُمْ وَرِيشًا “Ey Âdemoğulları, size avret yerlerinizi örtecek bir elbise ve süslenecek bir elbise indirdik.”

Ayette “size elbise indirdik” denilmesi elbisenin semavî tasarruflarla ve oradan inen sebeplerle yaratılmasındandır. Bunun bir benzeri şu ayetlerdir:

“Sizin için davarlardan (erkekli ve dişili olarak) sekiz tane indirdi (yarattı).” (Zümer, 6)

“Ve demiri indirdik.” (Hadid, 25)

İndirmiş olduğumuz bu elbise, şeytanın açılmasını istediği mahrem yerleri örter ve sizi yapraklarla örtünmekten kurtarır.

Sebeb-i Nüzûl

Rivayete göre Arablar (İslam öncesi) Ka’beyi çıplak olarak tavaf ediyor ve “Allaha isyan ettiğimiz elbiselerle tavaf etmeyiz” diyorlardı. Ayet, bu münasebetle nazil oldu. Belki de Hz. Âdemin kıssası buna bir mukaddime olarak zikredildi.

Bununla şu da bildirildi: Şeytandan insana isabet eden ilk kötülük, avret yerini açtırmak oldu. Şeytan, Hz. Âdem ve Hz. Havvayı bu noktadan kandırdığı gibi, diğerlerini de kandırabilir.

وَلِبَاسُ التَّقْوَىَ ذَلِكَ خَيْرٌ “Hayırlı olan, takva elbisesidir.”

Takva elbisesi,

-Allah korkusu,

-İman,

-Güzel vakar,

-Savaş elbisesi gibi manalarla açıklanabilir.

ذَلِكَ مِنْ آيَاتِ اللّهِ “İşte bu, Allah’ın âyetlerindendir.”

“İşte bu”, yani elbise verilmesi Allahın lütfuna ve rahmetine delalet eden ayetlerdendir.

لَعَلَّهُمْ يَذَّكَّرُونَ “Ola ki düşünüp öğüt alırlar.”

Olur ki tezekkür edip de bununla Allahın nimetini bilirler, öğüt alırlar da çirkin işlere karşı vera’ sahibi olur, korunurlar.



27- يَا بَنِي آدَمَ لاَ يَفْتِنَنَّكُمُ الشَّيْطَانُ “Ey Âdemoğulları! Sakın sakın şeytan sizi fitneye düşürmesin.”

Yani, sakın sakın şeytan sizi kandırarak cennete girmenize engel olmasın, bu şekilde fitneye düşürmesin.

كَمَا أَخْرَجَ أَبَوَيْكُم مِّنَ الْجَنَّةِ يَنزِعُ عَنْهُمَا لِبَاسَهُمَا لِيُرِيَهُمَا سَوْءَاتِهِمَا “Nitekim ana babanızı, mahrem yerlerini onlara göstermek için elbiselerini soyarak cennetten çıkarmıştı.”

إِنَّهُ يَرَاكُمْ هُوَ وَقَبِيلُهُ مِنْ حَيْثُ لاَ تَرَوْنَهُمْ “ Çünkü o ve kabilesi, sizin onları göremeyeceğiniz yerden sizi görürler.”

Ayetin bu kısmı, nehyin illetini gösterir ve şeytanın fitnesinden sakındırmayı te’kid eder.

Şeytanın kabilesi, onun askerleridir.

Biz onları görmezken onların bizi görmeleri, onların görülmelerinin imkânsız oluşunu ve bize temessüllerini imkânsız kılmaz.

إِنَّا جَعَلْنَا الشَّيَاطِينَ أَوْلِيَاء لِلَّذِينَ لاَ يُؤْمِنُونَ “Biz, şeytanları, iman etmeyenlere dost yaptık.”

Şeytanların iman etmeyenlere dost olmaları,

-Aralarında bulunan tenasüp,

-Şeytanların onlara gönderilmesi,

-Onları kandırmaya imkân verilmesi,

-Fıtraten düşkün oldukları günahlara sevk etmeleri yönlerinden olabilir.

Ayet, kıssanın ana fikri ve hülasasıdır.



28- وَإِذَا فَعَلُواْ فَاحِشَةً قَالُواْ وَجَدْنَا عَلَيْهَا آبَاءنَا وَاللّهُ أَمَرَنَا بِهَا “Onlar çirkin bir iş yaptıkları zaman: “Atalarımızı bu yolda bulduk ve bunu bize Allah emretti” derler.”

“Çirkin bir iş”ten murat, puta tapmak ve tavafta avret yerini açmak gibi işlerdir.

Bunlar, iki şeyi nazara vererek kendilerine delil getirdiler:

1-Atalarını taklit,

2-Allah’a iftira.

Fasit oluşu gayet açık olduğundan Cenab-ı Hak birinciden i’raz ile şöyle diyerek ikinciyi reddetti:

قُلْ إِنَّ اللّهَ لاَ يَأْمُرُ بِالْفَحْشَاء “De ki: Allah çirkin şeyler yapmayı emretmez.”

Çünkü Allahın âdeti, güzel işleri emretmek ve yüce hasletlere teşvikte bulunmak üzere cereyan etmektedir.

Ayette, kendisine zem terettüp eden fiilin çirkin oluşuna aklın hemen intikal ettiğine bir delalet yoktur. Çünkü ayette geçen “fahişe”, yani çirkin fiilden murat, selim tabiatın kendisinden nefret ettiği ve istikametli aklın noksan gördüğü şeydir.

Denildi ki: Ayetin iki cümlesi birbirine terettüp eden iki sualin cevabıdır.

Sanki onlara yaptıkları çirkin fiillerle alakalı şöyle denilmiştir: “Niye böyle yapıyorsunuz?”

Onlar da şöyle cevap vermişlerdir: “Atalarımızı böyle yapıyor bulduk.”

Bunun üzerine kendilerine şöyle denilmiştir: “Atalarınız bunu nereden aldı?”

Onlar da demişlerdir ki: “Allah böyle emretti!”

Her iki veche göre de, -mutlak olarak değilse bile-, hilafına delil olan meselelerde taklit yapılması uygun bir şey değildir.[1]

أَتَقُولُونَ عَلَى اللّهِ مَا لاَ تَعْلَمُونَ “Yoksa Allah’a karşı bilmediğiniz şeylerimi söylüyorsunuz?”

Ayet, Allaha iftiradan nehyi tazammun eden bir inkârdır.[2]



29- قُلْ أَمَرَ رَبِّي بِالْقِسْطِ “De ki: “Rabbim adaleti emretti.”

Ayette geçen “kıst”, adalettir. Adalet ise, ifrat ve tefrit taraflarının ortasıdır.

وَأَقِيمُواْ وُجُوهَكُمْ عِندَ كُلِّ مَسْجِدٍ “Her mescidde yüzünüzü O’na doğrultun.”

Yani, “başkasına yönelmeden istikametli bir şekilde Allaha ibadete yönelin.”

Veya “yüzlerinizi kıbleye doğrultun.”

Her secde vaktinde veya kendisinde secde bulunan her namazda yüzlerinizi O’na çevirin.

Veya kendi namaz kıldığınız mescitlere tehir etmeden, namaz vakti geldiğinde hangi mescit olursa olsun hemen namazınızı kılın.

وَادْعُوهُ مُخْلِصِينَ لَهُ الدِّينَ “Ve dini yalnız kendisine has kılarak O’na yalvarın.”

O’na ibadet edin, itaatinizi ihlâsla yapın. Çünkü dönüşünüz O’nadır.

كَمَا بَدَأَكُمْ تَعُودُونَ “Başlangıçta sizi O yarattığı gibi, O’na döneceksiniz.”

Sizleri ilk O yarattığı gibi, dönüşünüz de O’nadır. O, amellerinize göre size karşılık verir. Öyleyse ibadeti sırf Allah için yapın.

Ayette Cenab-ı Hakkın insanları yeniden diriltmesi ilk yaratmasına benzetildi. Bunda, yeniden dirilmenin mümkün olduğunu anlatmak ve ilâhî kudrete bunun ağır gelmeyeceğini bildirmek vardır.

Şöyle de mana verildi: O, sizi bidayeten topraktan yarattı. Sizler ölünce yine toprağa döneceksiniz.



30- فَرِيقًا هَدَى “O bir topluluğu doğru yola iletti.”

Allah bir kısmını imana muvaffak kılarak hidayet etti.

وَفَرِيقًا حَقَّ عَلَيْهِمُ الضَّلاَلَةُ “Bir topluluğa da dalalet hak oldu.”

Bir kısmına ise önceden sebkat eden bir takdir gereği, dalalet hak oldu.

إِنَّهُمُ اتَّخَذُوا الشَّيَاطِينَ أَوْلِيَاء مِن دُونِ اللّهِ “Çünkü onlar, şeytanları Allah’tan başka dostlar edindiler.”

Ayet, onların hidayetten mahrum bırakılmalarının illetini beyan eder veya yoldan çıkmalarının tahkikini yapar.

وَيَحْسَبُونَ أَنَّهُم مُّهْتَدُونَ “Ve kendilerinin doğru yolda olduklarını sanıyorlar.”

Ayet, hatalı kâfirle inatçı olan kâfirin aynı derecede zemme (kınanmaya) layık olduklarına delalet eder.[3]



31- يَا بَنِي آدَمَ خُذُواْ زِينَتَكُمْ عِندَ كُلِّ مَسْجِدٍ “Ey Âdemoğulları! Her mescidde güzel elbisenizi alın.”

Yani, tavaf veya namaz için her mescidde avretinizi örtecek elbisenizi alınız.

Kişinin namaz için en güzel elbisesini giymesi, sünnettendir.

Ayette, namazda setr-i avretin vacip olduğuna bir delil vardır.

وكُلُواْ وَاشْرَبُواْ “Yiyin ve için.”

Hoşunuza giden helal şeylerden yiyin için.

Sebeb-i Nüzûl

Rivayete göre Beni Amir hacc günlerinde kût dışında yemek yemezlerdi, ayrıca et de yemezlerdi ve bununla hacc’larını tazim ederlerdi. Müslümanlar da onlar gibi yapmak isteyince ayet nazil oldu.

وَلاَ تُسْرِفُواْ “Fakat israf etmeyin.”

-Helali haram kılmakla,

-Harama yönelmekle,

-Aşırı yiyerek ve buna düşkünlük göstererek israf etmeyin.

İbnu Abbas’tan şöyle nakledilir:

“İsraf ve kendini beğenmek hasleti seni hataya sevketmedikçe, dilediğini ye ve dilediğini giy!”

Ali bin Hüseyin şöyle der: Allah tıbbı bir ayetin yarısında cem etti ve şöyle buyurdu: “Yiyin ve için, fakat israf etmeyin!”

إِنَّهُ لاَ يُحِبُّ الْمُسْرِفِينَ “Çünkü Allah israf edenleri sevmez.”

Allah müsriflerin fiiline rıza göstermez.



32- قُلْ مَنْ حَرَّمَ زِينَةَ اللّهِ الَّتِيَ أَخْرَجَ لِعِبَادِهِ وَالْطَّيِّبَاتِ مِنَ الرِّزْقِ “De ki: “Allah’ın kulları için çıkardığı zînetleri ve tertemiz rızıkları kim haram kılar?”

Zînetten murat, elbise ve kendisiyle güzelleşilen diğer zînetlerdir.

Allahın insanlar için çıkardığı bu zînetler,

-Bitkilerden elde edilen pamuk ve keten,

-Hayvanlardan elde edilen ipek ve yün

-Ve madenlerden elde edilen zırh gibi şeylerdir.

Rızktan tayyip olanlar, yiyecek ve içeceklerden leziz şeylerdir. Bunda yiyecek, içecek ve süs eşyalarında asıl hükmün mubahlık olduğuna bir delil vardır. Çünkü ayetteki istifham inkâr içindir.[4]

قُلْ هِي لِلَّذِينَ آمَنُواْ فِي الْحَيَاةِ الدُّنْيَا “De ki: “Bunlar, bu dünya hayatında iman edenler içindir.”

Bu nimetler asıl olarak şu dünya hayatında ehl-i iman içindir. Her ne kadar bu nimetlerde kâfirler müşterek olsalar da, onlara bakan yönü tebeidir.

خَالِصَةً يَوْمَ الْقِيَامَةِ “Kıyamet gününde de yalnız onlara mahsustur.”

Kıyamette ise, bunlar sadece ehl-i imanın olacak, başkaları onlara ortak olamayacaktır.

كَذَلِكَ نُفَصِّلُ الآيَاتِ لِقَوْمٍ يَعْلَمُونَ “İşte biz, bilen bir topluluğa âyetleri böyle uzun uzun açıklıyoruz.”

Bu hükmü tafsil ettiğimiz gibi, diğer hükümleri de bilen kimselere ayrıntılarıyla anlatıyoruz.



33- قُلْ إِنَّمَا حَرَّمَ رَبِّيَ “De ki: “Rabbimin haram kıldıkları ancak şunlardır:”

الْفَوَاحِشَ مَا ظَهَرَ مِنْهَا وَمَا بَطَنَ “Açık ve gizli fuhşiyatı.”

Fuhşiyat, son derece çirkin olan işler demektir. Zinaya taalluk eden günahlar olduğu da söylenmiştir.

وَالإِثْمَ “Günahı”

Ayette tahsisten sonra tamim vardır. Yani önce çirkin olanlar nazara verilmiş, ardından ise bütün günahlar yasaklanmıştır.

وَالْبَغْيَ بِغَيْرِ الْحَقِّ “Haksız yere bir şeyler elde etmeyi”

Ayetin metninde geçen bağy, zulüm veya kibir demektir. Müstakil olarak ayette yasaklanması, bunun ne kadar büyük olduğuna dikkat çekmek içindir.

“Haksız yere” ifadesi, öncesindeki bağy ile alakalı olup, mana olarak onu te’kid eder.

وَأَن تُشْرِكُواْ بِاللّهِ مَا لَمْ يُنَزِّلْ بِهِ سُلْطَانًا “Haklarında hiç bir delil indirmediği şeyleri Allah’a ortak koşmanızı.”

Ayet, müşriklerle bir tehekküm, yani ince bir alaydır.

Ayrıca kendisine delalet eden bir delil olmayan şeye uymanın haram olduğuna bir tenbihtir.

وَأَن تَقُولُواْ عَلَى اللّهِ مَا لاَ تَعْلَمُونَ “Ve Allah hakkında bilmediğiniz şeyleri söylemenizi.”

Dolayısıyla,

-Allah’ın sıfatlarını inkâr etmek,

-Günahları işleyip “Allah bize böyle emretti” şeklinde iftira etmek gibi, hakkında bilginiz olmayan şeyleri Allah’a nisbet etmeyiniz.



34- وَلِكُلِّ أُمَّةٍ أَجَلٌ “Her ümmet için bir ecel vardır.”

Ecel, müddet veya onların başına gelecek azabın vaktidir. Mekke ehline bir vaîddir.

فَإِذَا جَاء أَجَلُهُمْ لاَ يَسْتَأْخِرُونَ سَاعَةً وَلاَ يَسْتَقْدِمُونَ “Onların eceli geldiğinde, ne bir an erteleyebilirler, ne de öne alabilirler.”

Şöyle de mana verilebilir: Dehşetin şiddetinden dolayı, geri bırakılmasını ve öne alınmasını istemezler.



[1] Yani, “taklit bütün durumlarda haramdır” denilemez. Peygamberi taklit ve sahasında uzman olan kimselerin sözünü tahkik etmeden kabul etmek gibi istisnaî durumlar dışında, dinî meselelerde esas olan taklit değil, tahkiktir.

[2] Yani, “böyle demeyiniz, bilmediğiniz şeyleri iftira yoluyla Allaha nisbet etmeyiniz!”

[3] Çünkü ayette nazara verilen kâfirler, kendilerinin doğru yolda olduklarını sanan kimselerdir. Demek zanna dayalı bir kabul, doğru yolda olmaya yetmemektedir.

[4] Yani “kim haram kılar?” denilmesi “kimse haram kılamaz” anlamını ifade eder.

Yorum Gönder

0 Yorumlar